Objavljeno u Turkey - Društvene interakcije i zabava - 28 Nov 2016 23:38 - 5
aklvicdan'ın yazısını okuyunca yazı sahibi Levent Gültekin'in kim olduğuna bakarken aynı mecrada (Diken) yazan bir yazarın (Murat Sevinç) yazısı geldi ekranıma ve paylaşmak istedim.
Yazı uzun olduğu için konudan kopmadan kısaltmaya çalıştım. Yazarın tam yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Diken’de sütun komşum Levent Gültekin, Castro üzerine bir yazı yayınladı.1 Her yazısını son derece samimi bulduğum için, bunu da o gözle okudum. Castro’nun Kübası’na dair, ‘Erdoğan rejimiyle’ karşılaştırma yaparak ‘sola’, daha doğrusu ‘muhaliflerin’ Castro sevgisine eleştiri yöneltiyor. Katıldığım yerler oldu, katılmadıklarım da. Felaket olduğunu düşündüğüm satırlar da.
...
...
...
...
...
...
Konuyu dağıtmayayım. Gültekin, bu tavrın AKP seçmeni tarafından ‘ideolojik saplantı’ olarak görüldüğünü ve Erdoğan çevresinde daha da kenetlenmelerini sağladığını iddia ediyor. Doğrusu, muhalefetin bazı söylem ve yöntem tercihlerinin böylesi sonuçlar doğurduğunu ben de düşünüyorum. Görüyorum. Buna mukabil bir kin ‘Castro’yu sevip takdir etmesinin’ AKP kitlesini etkilemediği, böyle bir gündemlerinin olmadığı kanısındayım. Bir de, hani Cem Yılmaz’ın bir gösterisinde dediği gibi; ‘Benim filmlerimi seyreden çocuklar beni örnek alıp küfürbaz oluyormuş, oysa beni örnek alıp film çekmek de isteyebilirlerdi. Belki sorun bende değil sizin çocuklardadır!’
...
Benim takıldığım yer, şu ‘ideolojik saplantı’ konusu. Çünkü, yine berbat bir laf edeceğim ama ideolojik saplantılarım var. Ben bir masa değilim. Elma değilim. Tavuk değilim. İnsanım. İnsan, erkek, yurttaş, aile ferdi, akademisyen vb. olmaktan kaynaklı farklı kimliklerim, yetiştiğim dünyadan, yaşadığım ortamdan, ezcümle ‘koşullarımdan’ kaynaklanan düşüncelerim ve bir ideolojim var. Dünyaya o pencereden bakıyor, olup biteni o pencereden değerlendiriyor ve yolumu çiziyorum. Her insan gibi.
Kişisel olarak Gültekin’in de aksi yönde düşünmediği kanısındayım. Ancak sorun şu ki, ‘ideolojik saplantı’ son derece sağ-liberal ve bıkkınlık veren bir dil. Buradaki ‘liberallik’ iktisadi, ‘sağ’ ise siyasi rota. Türkçesi, Özalcılık. Rahmetli bir yandan serbest piyasa ekonomisini savunur, diğer yandan cezaevindeki gazeteciler için ‘onlar gazetecilik faaliyetinden girmedi’ diyerek 12 Eylül faşizminin yasakladığı siyasetçilerin dönmemesi için halk oylaması düzenlerdi.
...
Ola ki bir insan bundan rahatsız/mutsuz ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunursa, ya hayalcilikle, ya ideolojik saplantılarla, ya gençlik düşleri kurmakla itham edilip hafif tabirle küçümsenir. Oysa ne başka bir dünya düşlemek, ne kapitalizmin ahlaksızlığını ifşa etmek ne de hayal kurmak, o kadar da kötü bir şey. Herkes aynı pislik içinde debeleniyor olmaktan zevk almak zorunda değil ki!
....
Sosyalist rejimler, bizim derslerde anlattığımız ve II.Mahmut’tan bugüne ulaşmaya çalıştığımız klasik (liberal) demokrasinin kimi ilkelerini gerçekleştirme konusunda ‘başarısız.’ Klasik haklar içinde yer alan sosyal haklar konusunda son derece başarılılar. Ancak kişi hakları ve siyasal haklar alanında, işte o anlattığımız ‘demokratik sistemi’ benimsemediler.
...
...
Ayrıca zaten liberal demokrasilerin sinirini bozan da, onların tek partili oluşları değildi! Başka bir dünyanın mümkün olabileceğini kanıtlamaya çalışmaları ve bunda uzun süre başarılı olmalarıydı. Tabii bir de iki bloklu yapıda SSCB-ABD rekabeti. Örneğin ABD Castro’ya 600’ün üzerinde suikast girişiminde bulundu. Takdir edilebilir ki bunun nedeni, ‘Yahu şu Küba da çok partili yaşama geçse ne iyi olur’ diye düşünmesi olmadı. İki büyük partili ABD’nin!
Ya da Şili’de mucizevî biçimde ‘seçimle’ iktidar olmuş Salvador Allende’yi, Pinochet eliyle katleden ABD’nin kaygısı Şili’deki ifade özgürlüğü müydü? ‘Genel oy ilkesi,’ 1848’den o güne nadir biçimde burjuvazinin isteği hilafına birinin seçim kazanmasını sağladı, onu da katlettiler.
Demem o ki, sosyalist rejim deneyimleri klasik haklar demetinin bir kısmını yurttaşına sağlamadı ve bazı özgürlüklerden mahrum bıraktı. Bu doğru. Ancak eğer Küba üzerinden gidersek, yurttaşlarına parasız ve nitelikli sağlık, eğitim, barınma haklarını sağladı. Küba Anayasası’nın dokuzuncu maddesi ülkede hiç kimsenin asla mahrum bırakılmayacağı hakları tek tek sayar. Ve bunlar gerçekleştirildi. Tıp alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden biri oldu. Keza spor gibi başkaca alanlarda da.
Sosyalist rejimler, tüm sorunlarına karşın birer umut oldu insanlığa. İnsanın insanı sömürüsü olmaksızın, eşit bir yaşam kurma umudu. Üstelik günümüzde umut ve amaç olma niteliklerine belki de eskisinden daha fazla sahip sosyalizm. Castro, o umudun sembollerinden biriydi.
Ne Küba’nın ne de diğer sosyalist rejimlerin, liberal demokrasinin ilkelerini onların yöntemiyle gerçekleştirme gibi bir dertleri oldu. O demokrasilerin ‘gerçek’ demokrasi olmadığı varsayımıyla, farklı bir dünyada, farklı yollar benimseyerek ‘özgürleştirmeye’ çalıştılar insanlarını. Oldu ya da olmadı, ne ölçüde oldu, bunlar başka meseleler.
Konu uzun. Ben olsa olsa değerli Levent Gültekin’i satırları, tercih ettiği sözcükler ve yaptığı karşılaştırmalar üzerine bir kez daha düşünmeye davet edebilirim. İkisi de canlı ve yürüyor diye nasıl keçi ile fili karşılaştırmıyorsak, tümüyle farklı iki dünya, dönem ve ideolojinin mensuplarını da bu denli kolay karşılaştırmamakta yarar var sanırım. Aksi takdirde, müteahhit kapitalizminin din soslu versiyonunun Batı’ya attığı ‘sana ne ya!’ fırçalarını, anti emperyalizm olarak adlandırma hatasını yapabiliriz.
Unutmadan, (eski bir garson olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim) Levent Gültekin’in arkadaşının garsona verdiği 100 dolar bahşiş Küba’yı geçtim, her yerde her garsonu çok etkiler! Ne müşteriler var…
Kitap önerisi: İsmail Saymaz’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Fıtrat’ adlı kitabını hararetle öneririm. Sosyal hakların anlatıldığı derslerde, rahatlıkla bir yardımcı ders kitabı olarak okutulabilir…
1 : Castro, Chavez ve Erdoğan / erev Fidel castro ile ilgili bir yazı
Kaynak: Diken / MURAT SEVİNÇ / Levent Gültekin’in yazısına dair bir iki söz
Yazı uzun olduğu için konudan kopmadan kısaltmaya çalıştım. Yazarın tam yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Diken’de sütun komşum Levent Gültekin, Castro üzerine bir yazı yayınladı.1 Her yazısını son derece samimi bulduğum için, bunu da o gözle okudum. Castro’nun Kübası’na dair, ‘Erdoğan rejimiyle’ karşılaştırma yaparak ‘sola’, daha doğrusu ‘muhaliflerin’ Castro sevgisine eleştiri yöneltiyor. Katıldığım yerler oldu, katılmadıklarım da. Felaket olduğunu düşündüğüm satırlar da.
...
...
...
...
...
...
Konuyu dağıtmayayım. Gültekin, bu tavrın AKP seçmeni tarafından ‘ideolojik saplantı’ olarak görüldüğünü ve Erdoğan çevresinde daha da kenetlenmelerini sağladığını iddia ediyor. Doğrusu, muhalefetin bazı söylem ve yöntem tercihlerinin böylesi sonuçlar doğurduğunu ben de düşünüyorum. Görüyorum. Buna mukabil bir kin ‘Castro’yu sevip takdir etmesinin’ AKP kitlesini etkilemediği, böyle bir gündemlerinin olmadığı kanısındayım. Bir de, hani Cem Yılmaz’ın bir gösterisinde dediği gibi; ‘Benim filmlerimi seyreden çocuklar beni örnek alıp küfürbaz oluyormuş, oysa beni örnek alıp film çekmek de isteyebilirlerdi. Belki sorun bende değil sizin çocuklardadır!’
...
Benim takıldığım yer, şu ‘ideolojik saplantı’ konusu. Çünkü, yine berbat bir laf edeceğim ama ideolojik saplantılarım var. Ben bir masa değilim. Elma değilim. Tavuk değilim. İnsanım. İnsan, erkek, yurttaş, aile ferdi, akademisyen vb. olmaktan kaynaklı farklı kimliklerim, yetiştiğim dünyadan, yaşadığım ortamdan, ezcümle ‘koşullarımdan’ kaynaklanan düşüncelerim ve bir ideolojim var. Dünyaya o pencereden bakıyor, olup biteni o pencereden değerlendiriyor ve yolumu çiziyorum. Her insan gibi.
Kişisel olarak Gültekin’in de aksi yönde düşünmediği kanısındayım. Ancak sorun şu ki, ‘ideolojik saplantı’ son derece sağ-liberal ve bıkkınlık veren bir dil. Buradaki ‘liberallik’ iktisadi, ‘sağ’ ise siyasi rota. Türkçesi, Özalcılık. Rahmetli bir yandan serbest piyasa ekonomisini savunur, diğer yandan cezaevindeki gazeteciler için ‘onlar gazetecilik faaliyetinden girmedi’ diyerek 12 Eylül faşizminin yasakladığı siyasetçilerin dönmemesi için halk oylaması düzenlerdi.
...
Ola ki bir insan bundan rahatsız/mutsuz ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunursa, ya hayalcilikle, ya ideolojik saplantılarla, ya gençlik düşleri kurmakla itham edilip hafif tabirle küçümsenir. Oysa ne başka bir dünya düşlemek, ne kapitalizmin ahlaksızlığını ifşa etmek ne de hayal kurmak, o kadar da kötü bir şey. Herkes aynı pislik içinde debeleniyor olmaktan zevk almak zorunda değil ki!
....
Sosyalist rejimler, bizim derslerde anlattığımız ve II.Mahmut’tan bugüne ulaşmaya çalıştığımız klasik (liberal) demokrasinin kimi ilkelerini gerçekleştirme konusunda ‘başarısız.’ Klasik haklar içinde yer alan sosyal haklar konusunda son derece başarılılar. Ancak kişi hakları ve siyasal haklar alanında, işte o anlattığımız ‘demokratik sistemi’ benimsemediler.
...
...
Ayrıca zaten liberal demokrasilerin sinirini bozan da, onların tek partili oluşları değildi! Başka bir dünyanın mümkün olabileceğini kanıtlamaya çalışmaları ve bunda uzun süre başarılı olmalarıydı. Tabii bir de iki bloklu yapıda SSCB-ABD rekabeti. Örneğin ABD Castro’ya 600’ün üzerinde suikast girişiminde bulundu. Takdir edilebilir ki bunun nedeni, ‘Yahu şu Küba da çok partili yaşama geçse ne iyi olur’ diye düşünmesi olmadı. İki büyük partili ABD’nin!
Ya da Şili’de mucizevî biçimde ‘seçimle’ iktidar olmuş Salvador Allende’yi, Pinochet eliyle katleden ABD’nin kaygısı Şili’deki ifade özgürlüğü müydü? ‘Genel oy ilkesi,’ 1848’den o güne nadir biçimde burjuvazinin isteği hilafına birinin seçim kazanmasını sağladı, onu da katlettiler.
Demem o ki, sosyalist rejim deneyimleri klasik haklar demetinin bir kısmını yurttaşına sağlamadı ve bazı özgürlüklerden mahrum bıraktı. Bu doğru. Ancak eğer Küba üzerinden gidersek, yurttaşlarına parasız ve nitelikli sağlık, eğitim, barınma haklarını sağladı. Küba Anayasası’nın dokuzuncu maddesi ülkede hiç kimsenin asla mahrum bırakılmayacağı hakları tek tek sayar. Ve bunlar gerçekleştirildi. Tıp alanında dünyanın önde gelen ülkelerinden biri oldu. Keza spor gibi başkaca alanlarda da.
Sosyalist rejimler, tüm sorunlarına karşın birer umut oldu insanlığa. İnsanın insanı sömürüsü olmaksızın, eşit bir yaşam kurma umudu. Üstelik günümüzde umut ve amaç olma niteliklerine belki de eskisinden daha fazla sahip sosyalizm. Castro, o umudun sembollerinden biriydi.
Ne Küba’nın ne de diğer sosyalist rejimlerin, liberal demokrasinin ilkelerini onların yöntemiyle gerçekleştirme gibi bir dertleri oldu. O demokrasilerin ‘gerçek’ demokrasi olmadığı varsayımıyla, farklı bir dünyada, farklı yollar benimseyerek ‘özgürleştirmeye’ çalıştılar insanlarını. Oldu ya da olmadı, ne ölçüde oldu, bunlar başka meseleler.
Konu uzun. Ben olsa olsa değerli Levent Gültekin’i satırları, tercih ettiği sözcükler ve yaptığı karşılaştırmalar üzerine bir kez daha düşünmeye davet edebilirim. İkisi de canlı ve yürüyor diye nasıl keçi ile fili karşılaştırmıyorsak, tümüyle farklı iki dünya, dönem ve ideolojinin mensuplarını da bu denli kolay karşılaştırmamakta yarar var sanırım. Aksi takdirde, müteahhit kapitalizminin din soslu versiyonunun Batı’ya attığı ‘sana ne ya!’ fırçalarını, anti emperyalizm olarak adlandırma hatasını yapabiliriz.
Unutmadan, (eski bir garson olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim) Levent Gültekin’in arkadaşının garsona verdiği 100 dolar bahşiş Küba’yı geçtim, her yerde her garsonu çok etkiler! Ne müşteriler var…
Kitap önerisi: İsmail Saymaz’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Fıtrat’ adlı kitabını hararetle öneririm. Sosyal hakların anlatıldığı derslerde, rahatlıkla bir yardımcı ders kitabı olarak okutulabilir…
1 : Castro, Chavez ve Erdoğan / erev Fidel castro ile ilgili bir yazı
Kaynak: Diken / MURAT SEVİNÇ / Levent Gültekin’in yazısına dair bir iki söz
Podupri
Komentari (5)
Prinç yapan 50 q5 heli göndersin.
Sayfayı aşağı kaydirdikca yoruldum bu nedir...
bu levent gültekinlere ruşen çakırlara kafam girsin afedersin ama
farukeczanesi +1