Објавено во Denmark - Социјална интеракција и забава - 23 Nov 2016 02:18 - 7
Evet başta Kumanlar olmak üzere ve diğer değerli dostlar... Malumunuz son günlerde Danimarka siliniyor, tekrar toprak kazanıyor. Bu durum belli bir süre daha devam edecek. Peki biz kimiz ? Reelde çok geniş siyasi yelpazeye sahip, buranın oyun olduğunu bilip, ona göre hareket eden, silindiğimiz için yada bonuslar yüzünden birbirimizi kırmayan oyuncularız!
Bende bu birliğimize, dostluğumuza uygun Türk Edebiyatına değer katmış kıymetli şâirlerimizin, güzide şiirlerini 27 Ekim Perşembe gününden beri her hafta yeni bir şiir ekleyerek profil sayfamda yazıyordum. Fakat bir an düşündüm. Bu şiirler dizelere öylece dökülüyor muydu ? Yoksa bir altyapısı var mıydı ? İşte! Bende makalemde bu şiirlerin neden yazıldığına dilim döndüğünce, elim yazdığınca değineceğim. Nâzım Hikmet, Ömer Seyfettin ve Can Yücel'den şiirler bu makalede görebileceksiniz. Ama durun! Biliyorum... Okumayı sevmeyen bir millet olduğumuz için sadece 3 şiir bu makalede olacaktır. Başlıyorum...
İLK ŞİİR:
MAVİ LİMAN
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...
Nâzım HİKMET
Altyapısı: Vefatından 6 yıl önce yazılan bu şiir, Bulgaristan'ın Karadeniz kıyısı Balçik'de 1 Temmuz 1957 yılında yazılmıştır. Mavi Liman, Nâzım Hikmet'in yaşadığı memleket hasretini bir dizede, bütün duygu yoğunluyla anlattığı bir eserdir. Ayrıca, Balçik (Balchik) Türkiye'ye yakın bir şehirdir, denizden şöyle bir ufka baktığınızda az ileride İstanbul Boğazı'nın tüm güzelliğinin ve Türkiye'nin olduğunu bilmek, ama ulaşamamak, gidememek, bu kadar net başka türlü anlatılamazdı. Işıklar içinde yatsın. Şiiri Cem Karaca'dan dinlemek isterseniz:
İKİNCİ ŞİİR:
Altyapısı: Koşma türünde yazılmıştır. Türk Halk Edebiyatında en çok kullanılan nazım biçimidir. Coşkun duyguları ifade etmeyi sağlar. Osmanlı'nın hasta adam ilan edildiği, Türklüğün ayaklar altına alındığı dönemde, 21 Mayıs 1914 tarihinde Ömer Seyfettin tarafından yazılmıştır. Güncelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Günümüzde bile aynı hasiyetler ile okunabilir. Mekanı uçmağ olsun.
ÜÇÜNCÜ ŞİİR:
Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim / Can Yücel
Arkadaşlar bu şiiri buraya yazmak yerine Can Yücel'in kendi sesiyle mükemmel yorumladığı YouTube linkinden hep beraber dinleyelim.
Altyapısı: Can Yücel bu şiiri 1938-1946 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan, Köy Enstitüleri açılmasına vesile olan, babası Hasan Âli Yücel'e itfahen yazmıştır. Geçmiş neslimizin ne kadar liyakat sahibi, şerefli bir nesil olduğunu bizzat Can Yücel'in bir hatırasını buraya yazarak belirtmek istedim. Huzur içinde yatsın.
İlginç Bir Hikaye (Can Yücel)
İki liseli arkadaş, liseyi bitirdiklerinde yurt dışında eğitimlerine devam etmek üzere yıllardır harçlıklarını biriktirmişler. Bu birikimlerini yıllarca her şeyden mahrum kalarak, fedakarlıklar göstererek yapmışlar. Liseyi beraber bitirdiklerinde Milli Eğitim Bakanını ziyarete gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini talep etmişler..
Ancak Bakan, gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine, -Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur 'oğlunu gönderdi derler' onun için onu gönderemem- der. Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylendiğinde, durumu algılamasının ardından arkadaşına, -Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim,- der ve yıllardır fedakarlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına verir.
Evet, bu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL dir. Dedikodu olmasın diye göndermediği oğlu ise, bugünün ünlü şairi Can YÜCEL dir.
Bu gerçek hikaye henüz bitmedi. Arkadaşı, İsviçre’ye gider ve burada tıp eğitimi alır. O kadar başarılı olur, o kadar başarılı olur ki, dünyada O'nun adını duymayan bir tıp adamı kalmamıştır. Bu profesör Türk olduğunu her fırsatta haykırmış, kendi icat ettiği, tasarladığı ameliyat aletlerine; Ayşe, Ceylan, Leyla, Eşek Semeri gibi Türkçe isimler vermiş ve konusundaki her tıp adamı bu isimleri kullanmaya başlamıştır. Tahmin edeceğiniz üzere bu kişi Türkiye de bir hastane açmak istemiş ama Türk Bürokrasi duvarını aşamamış ve halen bunu gerçekleştirememiştir.
Oysa İsviçre; -ülkede 60 yaşını aşan doktorlara ameliyat izni verilmemesine karşılık iki sene üst üste yasalarını değiştirerek ona bu hakkı tanımıştır. Evet arkadaşlar bu hikayeyi hiç unutmayacağım. Bu ünlü cerrah sonunda Türkiye’de tüm üniversitelerimizden takdir edildi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TBMM tarafından "Onur Madalyası" aldı. Bu kişi; Profesörlerin Profesörü, Profesör GAZİ YAŞARGiL’ di.
Hikaye hala bitmedi, ünlü şairimiz Can YÜCEL'in oğlu, Yeni Can YÜCEL doktor olarak mezun oldu ve babası onu can arkadaşı Gazi Yaşargil'e gönderdi. O da onu beyin cerrahı olarak yetiştiriyor. Şu an Doç. Dr. Yeni Can YÜCEL......
--------
Saygılarımla, umarım beğenirsiniz...
Bende bu birliğimize, dostluğumuza uygun Türk Edebiyatına değer katmış kıymetli şâirlerimizin, güzide şiirlerini 27 Ekim Perşembe gününden beri her hafta yeni bir şiir ekleyerek profil sayfamda yazıyordum. Fakat bir an düşündüm. Bu şiirler dizelere öylece dökülüyor muydu ? Yoksa bir altyapısı var mıydı ? İşte! Bende makalemde bu şiirlerin neden yazıldığına dilim döndüğünce, elim yazdığınca değineceğim. Nâzım Hikmet, Ömer Seyfettin ve Can Yücel'den şiirler bu makalede görebileceksiniz. Ama durun! Biliyorum... Okumayı sevmeyen bir millet olduğumuz için sadece 3 şiir bu makalede olacaktır. Başlıyorum...
İLK ŞİİR:
MAVİ LİMAN
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...
Nâzım HİKMET
Altyapısı: Vefatından 6 yıl önce yazılan bu şiir, Bulgaristan'ın Karadeniz kıyısı Balçik'de 1 Temmuz 1957 yılında yazılmıştır. Mavi Liman, Nâzım Hikmet'in yaşadığı memleket hasretini bir dizede, bütün duygu yoğunluyla anlattığı bir eserdir. Ayrıca, Balçik (Balchik) Türkiye'ye yakın bir şehirdir, denizden şöyle bir ufka baktığınızda az ileride İstanbul Boğazı'nın tüm güzelliğinin ve Türkiye'nin olduğunu bilmek, ama ulaşamamak, gidememek, bu kadar net başka türlü anlatılamazdı. Işıklar içinde yatsın. Şiiri Cem Karaca'dan dinlemek isterseniz:
İKİNCİ ŞİİR:
Altyapısı: Koşma türünde yazılmıştır. Türk Halk Edebiyatında en çok kullanılan nazım biçimidir. Coşkun duyguları ifade etmeyi sağlar. Osmanlı'nın hasta adam ilan edildiği, Türklüğün ayaklar altına alındığı dönemde, 21 Mayıs 1914 tarihinde Ömer Seyfettin tarafından yazılmıştır. Güncelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Günümüzde bile aynı hasiyetler ile okunabilir. Mekanı uçmağ olsun.
ÜÇÜNCÜ ŞİİR:
Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim / Can Yücel
Arkadaşlar bu şiiri buraya yazmak yerine Can Yücel'in kendi sesiyle mükemmel yorumladığı YouTube linkinden hep beraber dinleyelim.
Altyapısı: Can Yücel bu şiiri 1938-1946 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan, Köy Enstitüleri açılmasına vesile olan, babası Hasan Âli Yücel'e itfahen yazmıştır. Geçmiş neslimizin ne kadar liyakat sahibi, şerefli bir nesil olduğunu bizzat Can Yücel'in bir hatırasını buraya yazarak belirtmek istedim. Huzur içinde yatsın.
İlginç Bir Hikaye (Can Yücel)
İki liseli arkadaş, liseyi bitirdiklerinde yurt dışında eğitimlerine devam etmek üzere yıllardır harçlıklarını biriktirmişler. Bu birikimlerini yıllarca her şeyden mahrum kalarak, fedakarlıklar göstererek yapmışlar. Liseyi beraber bitirdiklerinde Milli Eğitim Bakanını ziyarete gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini talep etmişler..
Ancak Bakan, gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine, -Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur 'oğlunu gönderdi derler' onun için onu gönderemem- der. Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylendiğinde, durumu algılamasının ardından arkadaşına, -Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim,- der ve yıllardır fedakarlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına verir.
Evet, bu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL dir. Dedikodu olmasın diye göndermediği oğlu ise, bugünün ünlü şairi Can YÜCEL dir.
Bu gerçek hikaye henüz bitmedi. Arkadaşı, İsviçre’ye gider ve burada tıp eğitimi alır. O kadar başarılı olur, o kadar başarılı olur ki, dünyada O'nun adını duymayan bir tıp adamı kalmamıştır. Bu profesör Türk olduğunu her fırsatta haykırmış, kendi icat ettiği, tasarladığı ameliyat aletlerine; Ayşe, Ceylan, Leyla, Eşek Semeri gibi Türkçe isimler vermiş ve konusundaki her tıp adamı bu isimleri kullanmaya başlamıştır. Tahmin edeceğiniz üzere bu kişi Türkiye de bir hastane açmak istemiş ama Türk Bürokrasi duvarını aşamamış ve halen bunu gerçekleştirememiştir.
Oysa İsviçre; -ülkede 60 yaşını aşan doktorlara ameliyat izni verilmemesine karşılık iki sene üst üste yasalarını değiştirerek ona bu hakkı tanımıştır. Evet arkadaşlar bu hikayeyi hiç unutmayacağım. Bu ünlü cerrah sonunda Türkiye’de tüm üniversitelerimizden takdir edildi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TBMM tarafından "Onur Madalyası" aldı. Bu kişi; Profesörlerin Profesörü, Profesör GAZİ YAŞARGiL’ di.
Hikaye hala bitmedi, ünlü şairimiz Can YÜCEL'in oğlu, Yeni Can YÜCEL doktor olarak mezun oldu ve babası onu can arkadaşı Gazi Yaşargil'e gönderdi. O da onu beyin cerrahı olarak yetiştiriyor. Şu an Doç. Dr. Yeni Can YÜCEL......
--------
Saygılarımla, umarım beğenirsiniz...
Поддржи
HadrielTrafalgar D Water LawvoozNyx UlricGrey WindTyraelКоментари (7)
Hasan Ali YÜCEL, hemşerimdir. bu günceyi her okuduğumda memleketim Giresun la tekrar iftihar ederim. Eline sağlık.
Eline sağlık güzel olmuş
Bence de gayet güzel olmuş. Bir sonraki sefere de Attila İlhan dan yazarsın hatta
saçma sapan makalelerin açıldığı şu günlerde güzel bir paylaşım olmuş.
ötüken dergisi/genç atısızlar istanbulun tasarımcısı çok kaliteli bir arkadaş, hem reel hayatta hem işinde çok başarılı, buralarda da onun çalışmalarını görmek güzel
@Inarius Evet abi,Cidden her yönde başarılı biri eline sağlık
Ah Muhsin Ünlü görelim bi de