Publicado em Turkey - Entreterimento e interações sociais - 23 Dec 2017 02:31 - 5
Bir sorunuza, bin cevap.
Özellikle günümüzde internet ortamının getirdiği bazı olanaklar sayesinde ağzı olan konuşmaya başladı. Bu olan en çok kendi yapamadıklarınıbaşkası da yapmasın isteyen kır kurtlarına yaradı. Bu yazımız onlara cevap niteliğindedir.
1. Dünya Savaşı hakkında Türkiye’de çok yalan dönmektedir. İttihat ve Terakki 1913 yılında hükümeti fiili ele alana kadar memleketin ordularının ne kadar harap olduğundan herkes bihaber. Gelin o günlere dönelim; Abdulhamid dönemindeki 93 Harbi’nde Ruslara iki cephede dayanamamış bir Osmanlı’dan söz ediyoruz. Hatta Osmanlı en şanlı döneminde bile 2’den fazla cephede savaşmaktan her daim çekinmiş bir devlettir. 1. Balkan Harbi Osmanlı tarihinin en rezil savaşlarından biridir. İttihat ve Terakki'nin hükümeti kontrol etmediği dönemde yaşanan bu savaşı incelemekte fayda var.
Osmanlı, Balkan devletlerinin ittifakından bihaber savaşa girmişti. Bulgarların Edirne’yi kuşatması ile tüm Rumeli ile bağlantı koptu. Bir yandan seferberlik bir yandan terhis yapılıyordu. Savaş öncesi ise 30 bin asker Yemen’e gönderilmişti. Yunan Averof zırhlısı Türk donanmasını Çanakkale ötesine geçirmiyordu. Denizden ve Karadan Rumeli Osmanlısına bağlantı kopmuş hatta Selanik’te sürgün yaşayan Abdulhamid’in Selanik’in kuşatılması ile esir düşme ihtimali belirmişti. Tüm memleket şoktaydı. Şehirler ikmal edilemediğinden düşüyor Abdulhamid’in askere kullandırtmadığı cephaneliklerden silahlar çıkana dek düşman eline geçiyordu. Ordu kumandanına dahi yemek verilemiyordu. Ömer Seyfettin de bu savaşta subay olarak bulunmuş şehirlerin bir bir bölgedeki milliyetçilerin eline geçtiğini görmüş. Vurulmuş bir askerin can çekişirken yanı başında mezarının kazıldığını görmüştü. Evet, 250 bin mevcutlu Osmanlı Ordusu 300 bin kişilik Balkan İttifakı karşısında çökmüştü. Fakat söylediğimiz gibi bu savaşı İttihatçılar yönetmedi. Yöneten Kamil Paşa hükümeti ve 93 Harbi’nden kalma bunaklardı. Sonunda Edirne bile kaybedilmişti, İttihat ve Terakki savaş bitmeden Bab-ı Ali’yi basıp hükümeti ele geçirmişti. Bundan sonra Londra Antlaşması ile savaş son bulmuş yüzbinlerce Türk Anadolu’ya iltica etmek zorunda bırakılmıştı. Sokaklarda, camilerde nerede boşluk varsa Rumeli Türkleri dolduruyordu. Hastalık, açlık ve sefalet her yerdeydi.
Savaş Bakanı olan Enver Paşa orduyu modernizasyon görevine sıkı sıkıya üstlenmişti. Donanma modernizasyonu İngiliz’e; Jandarma modernizasyonu Fransız’a, Ordu ise Alman ıslahat ekibine verilmişti. Bulgar’a mukavemet edemeyen Türk ordusu, aylar sonra Vatansever Türk subayları ile Edirne’ye ileri harekatı düzenlemişti. İngiliz Dış İşleri Bakanı Sir Edward’ın Kamaradaki konuşması ‘Türkler, Bulgarların uğradıkları felaketten istifade ederek Londra Antlaşması’nı yok saymaya ve Edirne’yi geri almaya kalkışırlarsa sonradan uğrayacakları ceza çok şiddetli olacaktır. Sadece Avrupa’daki topraklarını kaybetmekle kalmayacak belki de İstanbul’u da kaybedeceklerdir’ diyordu. Hiçbir tehdite kulak asmayan İttihatçılar Edirne’yi kurtarmış bununla yetinmeyip Batı Trakya Hükümeti’ni kurdurmuştu.
İttihat ve Terakki'ye gerek I. Dünya savaşı sırasında, gerekse savaştan uzun yıllar sonra (hatta bugün bile) savaşa girmemizin gereksiz olduğu, tarafsız kalmamız gerektiği veya savaşa girilecekse bile denizlerde kuvvetli ülkelerin yanında savaşa girilmesi gerektiği yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Kuşkusuz idealist oldukları kadar, acemi de olan İttihat ve Terakkinin önde gelenleri de bu gerçeği görmüşler ve bu konuda da çok çaba sarf etmişlerdir. Bu konuda, Cemal Paşa; “ilk ittifak teklifim Paris’te nasıl ve ne suretle redde düçar olduysa, İngiliz kanalıyla yaptığım ikinci ittifak teklifim de aynen o suretle reddedildi. İngiliz ve Fransız siyasetini takip etmemiş olduğumuzdan dolayı bizi hamakat ve daha doğrusu cinayetle itham edenlere sorarım, bizi istemeyen devletlerle ittifakımız ne suretle mümkün olabilirdi ki, bizde ittifak etmiş olalı., Deniliyor ki, bitaraflığımızı muhafaza daha evla olurdu. Boğazları seyrü sefaine serbest bulundurmak şartıyla değil mi? O halde, Rusya bu harbi umumiden öyle büyük bir zaferle çıkacak idi ki, hatta harbin nihayetini bile beklemeden İstanbul’un ve şarki Anadolu’nun işgaline imkan bulacaktı. Hem boğazları kapatalım, hem bîtaraflığımız muhafaza edelim denilecek olursa, buna ne ahden hakkımız vardı, ne de İngilizler ve Ruslar buna müsaade ederdi” (Sarıkamış Harekatı- Ziya Nur Aksun sayfa 170-171) diye yazmıştır.
Bugün birçok tarihçi tarafından dile getirilen bir başka gerçek ise, 1. Dünya Savaşının asıl amacının Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırılması ve hüküm sürdüğü toprakların paylaşılması üzerine başladığı şeklindedir ki, henüz daha savaşın ilk yılında müttefik ülkeler tarafından imzalanan anlaşmalar (10 Nisan 1915 Boğazlar Antlaşması, 26 Nisan 1915 Londra Antlaşması, 06 Mayıs 1916 Sykes–Picot ( Seyko Piko) Antlaşması, Mart 1916 Petrograd Protokolü; 19 Nisan 1917 Saint Jean de Maurienne (Sen jon dö Moren) Anlaşması), hem bunu hem de yukarıda Cemal Paşa’nın hatıratında belirttiği gerçeği doğrulamış bulunmaktadır.
Bu kısa bilgiler doğrultusunda; her şartta çıkacak olan savaşa İttihat ve Terakki'nin Osmanlı Devletini sokmaktan başka çaresi kalmamıştır. Osmanlı Devleti kimi cephede dünya tarihinde olmayan zaferler kazanmış, kimi cephede hazin ve dramatik mağlubiyetler alarak ve savaş sonunda tarih sahnesinden silinerek millet olarak verdiği Kurtuluş Savaşı ile de bambaşka bir sayfa açmıştır.
En son savaştan 8 ay sonra ‘’Umumi Harp’e’’ giren Osmanlı 1918 yılına kadar Türk’e yaraşır şekilde çarpışmıştı. Çanakkale olsun, Bakü Muharebesi olsun, Gazze Müdaafası olsun, Kut-ul Amara muharebesi olsun aslanlar gibi mücadele etmişti. 2. Balkan Harbi sonrasında Bulgar-Türk ittifakı imzalanmak istenmiş fakat Bulgarlar dahi Osmanlı’yı kendi ile eş görmemişti bu yüzden herhangi bir anlaşmaya varılamamıştı. Bulgarla masaya oturmaya aciz Osmanlı’nın Almanlar ile eşit haklar ile ittifaka girmesi herkes tarafından sevinçle karşılanmıştı. Herkes biliyordu ki Osmanlı'nin 2. Mahmut’tan itibaren yaşamasının tek nedeni paylaşılamamasıydı. Edirne konusunda Ruslar, Edirne’yi Türklerin almasından yanaydı. Ortodoks Bulgarlara karşı saf almasına Cemal Paşa anlam verememiş Bulgar Barış Komisyonu ile görüştüğünde anlamıştı. Bulgar General’in söylediği şu idi
‘Eğer Edirne biz de olursa Ruslar Bulgaristan’ı istila edecek genişlikte yer bulamayacaktı, İstanbul gibi dar alandan orduya saldırı manevrası yaptırılamazdı. Osmanlı’yı yenip İstanbul’u ve Edirne’yi alarak Bulgaristan’a saldıracak manevra bölgesine sahip olacaklar’
Aciziyet ortadaydı, Ruslar Bulgarları istila etmeyi Türk’ün toprağını istila etmekten daha zor görüyorlardı. Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ile beraber ilk işi ordudaki kurmay ihtiyarları emekli etmek onun yerine daha genç ve cesur idealist gençleri getirmek oldu. Alaylı Subaylar tasfiye edildi, hatta rivayetlere göre o dönem okuma yazma bilmeyen mareşal bile vardı! Orduyu Almanlara modernize ettirmek İttihat ve Terakki’nin seçimi değildi. Sultan Abdulhamit döneminden itibaren Ordu Almanlar tarafından modernize ve edilmiş terbiye edilmişti. Şimdi ordunun yetiştiği Alman geleneğini bozmak pek doğru olmazdı, aynı günümüzde Prusya modelinden uzaklaşmanın doğru olmayacağı gibi ama bu başka bir yazımızın konusu. Ordunun topundan tüfeğine hepsi Alman malıydı. Abdulhamit ile Kayzer arasınsaki dostluk öyle sıkıydı ki Abdulhamit’i Yunan’a esir olmaktan kurtaran kişi Alman İmparatoru olmuştu. Yani bu bir tarihsel sürecin zorunluluğuydu.
Savaşa girmediğimiz sürede sivil gemiler ile Fransız askerleri bir bir boğazdan Rusya’ya gidiyordu. Rusya’da devrim olmasaydı ve 1919 yılındaki işgallere Ruslar katılsaydı siz bağımsız bir Türkiye olacağına inanıyor musunuz?
1. Dünya Savaşı tüm dünyaya Türk’ün her türlü imkansızlığa rağmen savaşmaya muktedir olduğunu ispatlamıştı. Osmanlı tarihinin en büyük ordusu kurulmuştu. Gerek otomobiller, kamyonlar, tayyareler, toplar, erzak depoları ile Osmanlı’da azımsanamayacak bir güçtü.
Güney Cephesi’nde Gazze’deki mağlubiyetler sonrası atanan Allenby şöyle demişti ‘Her Türk’e 13 İngiliz düşmeden taaruz etmeyeceğiz’Güney Cephesi’nde 1915 yılında Çanakkale’ye sevk edilen birlikler nedeni ile sadece 1 tek Türk birlik kalmıştı o da Cemal Paşa’nın ricası ile kurulan Gönüllü Mevlevi Alayı idi. Buna rağmen isyan çıkmasını engellemek üstün bir siyasetti.
Sarıkamış bir faciaydı evet. Türk tarihi için karadır evet. Fakat bunu öyle basite indirgenmesi askeri bilgileri yoktu denmesi kadar saçma bir şey yoktur. Operasyona karşı çıkanlar olmuştu, çılgınlık diyenler de olmuştu. Bütün bu başarısızlıkların tabii ki bir nedeni var. Açıklayalım; Almanların hatası nedeni ile Türk nakliye gemileri batırılmış içindeki kış üniformaları otomobiller ve tayyareler batmıştı. Sonra karadan giden konvoylara da Ermeni teröristlerin baskını ile varmamıştı. Beklemeye zaman ise hiç yoktu. Çünkü 1915 baharında Rus taaruzu bekleniyordu. Rusların tren hatları ile taşıyacakları askerler işgal altındaki Kars, Ardahan üzerinden Anadolu içlerine gönderilmekteydi. Osmanlı da risk alarak işgal altındaki toprakları da kurtarıp Batum’a ilerleyip kışı geçirmeyi planlıyordu. Böylelikle daha ön hatlarda Rusların saldırı manevralarını kısacak Kafkas Dağları’nın eteklerinde Osmanlı beklemiş olacaktı. Beklemek ile gitmek arasında pek bir fark yoktu. Neyleyelim talihsiz Türk evladının bir kısmı donarak bir kısmı Rus ve Ermeni ile çarpışarak şehit düştü. Fakat roller değişti, 1918 yılında Osmanlı ordusu Tebriz’e Bakü’ye, Batum’a girdi.
Güney Cephesinde sratejik hatalar çok olmuştur fakat Osmanlı’nın düşük nüfusu fakat geniş coğrafyası nedeni ile birliklerin mevcutları azdı. Birlik azlığı nedeni ile süreki farklı cephelere asker sevketmek zorundaydı. Çanakkale için Suriye’deki birlikler gitmişti. Çanakkale bitince bu birlikler Galiçya’ya oradaki bitince ise Suriye’ye sevkedilmişti. Osmanlı’nın ulaşım araçları da kötüydü. İstanbul’dan yola çıkan Kemal Paşa ve emrindeki 16. Kolordu ancak 4 ay sonra İstanbul’dan Diyarbakır’a varabiliyordu.
Düşününüz ki 1 milyon askerin binlerce kilometre cephenin ikmalini çağdışı vasıtalar ağırlıklı halde yerine getiren bir devlet 7 düvel ile tam 4 sene çarpıştı. 1 milyon askerin 1 günde tüketeceği erzağı düşününüz bunu 4 sene nerede ise aksatmadan yapan bir devlet vardı. Yemen ve Medine dışında açlık çeken bundan şehit olan Osmanlı askeri nerede ise yoktu. Osmanlı’nın sanki 20 milyon erkek nüfusu, modern donanması, 30 bin kilometre demiryolu, yüzlerce silah fabrikası vardı da İttihatçılar o imkanlarla kaybetti!
Osmanlı’nın savaşmaktan başka çaresi yoktu. Vuruşarak şanına yaraşır şekilde yok olmak ile koyun gibi bekleyip yok olmak arasında ki farkı bazı beyinlerin artık idrak edebileceğini düşünüyoruz.
1. Dünya savaşının bize kattığı bir kaç şey var. Bunları saymak gerekirse; boğazlar sebebi ile Rusya yalnız kaldı ve devrim patlak verdi. Bu birinciydi. İkincisi Türklerin diğer milletlere benzemediği onları yok etmek kârdan çok zarar olacağına inanmıştılar. Üçüncüsü Ermeni mikrobu sökülüp atıldı. Dördüncüsü, çok iyi subaylar yetişti eğer ihtiyarlar emekli edilmeseydi genç subayların önü açılmaz ve Kurtuluş Savaşı’nı veren kadrolar oluşmazdı.
Çanakkale Boğaz Krizi, İngiltere hükümetini düşürmüştü. Bu kriz Kurtuluş Savaşı esnasında çıkmıştı. Kanadalı birliklere Lloyd George Türklere saldırı emri vermiş fakat Kanadalı birlikler kendi Meclisleri olduğunu söyleyince bu İngiltere’de infiale yol açmıştı. Diğer sömürge milletler Türklerin savaşından etkilendiği gibi 4 sene boyunca kahramanca savaşı karşısında yılmış ‘Türkler bağımsızlığını söke söke alır’ diye maceraya girmemişti.
Şimdi Çanakkale, Gazze, Kut-ul Amara, Bakü Muharebesi, Kanal Harekatı olmasaydı hasta ve geri kalmış diye yaftalanmış bir milletten Kanadalı ne diye korksun?
İşte İttihatçıların iktidara geldikten 1 sene sonra ne büyük etki yarattığının ispatıdır. 1 sene bile savaşsız geçirmeyen hükümet Türkler şanına yaraşır şekilde çarpıştı dedirtti. Bütün dünyaya Türk'ün kudretini göstertti. Bugün Fransızlara, İtalyanlara savaşmayı bilmiyor denilir ama Türk’e denmez. 4 sene mertçe Türk’e yaraşır şekilde savaşıldı yendik yenildik; öldük öldürdük. Bir İmparatorluğa yakışır şekilde en sefil halinde bile ihtişamı ile yok olduk.
Ordu ve devleti çok kısa bir sürede hiç yoktan var eden İttihat ve Terakki'ye yapılan boş eleştiriler ancak iti çakalı memnun eder. İttihat ve Terakki şüphesiz en doğrusunu yaparak vatanını müdafa etmiş, müdafa etmekle de kalmayıp genç cumhuriyetimizin kuruluşuna vesile olmuştur. Bu müdafa sırasında akılan kan, verilen can şüphesiz sadece vatanın müdafası içindir. Zamanında kendisine Edirne Fatihi denildiğinde utanarak bunun söylenmemesini isteyen Enver Paşa aleyhinde söylenen her söz şüphesiz verilen canlara hakaret niteliğindedir. Uzmanlık alanı tarih olmayan şahıslara tavsiyemiz tarih alanını tarihçilere bırakıp kendi alanlarında uğraşmalarıdır. Sarıkamış Harekatının 103. yıldönümünde başta Şehit Enver Paşa olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Bu gece sayfa tekrar yayından kaldırılıp 13 Nisan'a kadar olağanüstü bir durum olmadığı sürece açılmayacaktır. Sağlıcakla kalın!
fb.com/TurkJonler
Özellikle günümüzde internet ortamının getirdiği bazı olanaklar sayesinde ağzı olan konuşmaya başladı. Bu olan en çok kendi yapamadıklarınıbaşkası da yapmasın isteyen kır kurtlarına yaradı. Bu yazımız onlara cevap niteliğindedir.
1. Dünya Savaşı hakkında Türkiye’de çok yalan dönmektedir. İttihat ve Terakki 1913 yılında hükümeti fiili ele alana kadar memleketin ordularının ne kadar harap olduğundan herkes bihaber. Gelin o günlere dönelim; Abdulhamid dönemindeki 93 Harbi’nde Ruslara iki cephede dayanamamış bir Osmanlı’dan söz ediyoruz. Hatta Osmanlı en şanlı döneminde bile 2’den fazla cephede savaşmaktan her daim çekinmiş bir devlettir. 1. Balkan Harbi Osmanlı tarihinin en rezil savaşlarından biridir. İttihat ve Terakki'nin hükümeti kontrol etmediği dönemde yaşanan bu savaşı incelemekte fayda var.
Osmanlı, Balkan devletlerinin ittifakından bihaber savaşa girmişti. Bulgarların Edirne’yi kuşatması ile tüm Rumeli ile bağlantı koptu. Bir yandan seferberlik bir yandan terhis yapılıyordu. Savaş öncesi ise 30 bin asker Yemen’e gönderilmişti. Yunan Averof zırhlısı Türk donanmasını Çanakkale ötesine geçirmiyordu. Denizden ve Karadan Rumeli Osmanlısına bağlantı kopmuş hatta Selanik’te sürgün yaşayan Abdulhamid’in Selanik’in kuşatılması ile esir düşme ihtimali belirmişti. Tüm memleket şoktaydı. Şehirler ikmal edilemediğinden düşüyor Abdulhamid’in askere kullandırtmadığı cephaneliklerden silahlar çıkana dek düşman eline geçiyordu. Ordu kumandanına dahi yemek verilemiyordu. Ömer Seyfettin de bu savaşta subay olarak bulunmuş şehirlerin bir bir bölgedeki milliyetçilerin eline geçtiğini görmüş. Vurulmuş bir askerin can çekişirken yanı başında mezarının kazıldığını görmüştü. Evet, 250 bin mevcutlu Osmanlı Ordusu 300 bin kişilik Balkan İttifakı karşısında çökmüştü. Fakat söylediğimiz gibi bu savaşı İttihatçılar yönetmedi. Yöneten Kamil Paşa hükümeti ve 93 Harbi’nden kalma bunaklardı. Sonunda Edirne bile kaybedilmişti, İttihat ve Terakki savaş bitmeden Bab-ı Ali’yi basıp hükümeti ele geçirmişti. Bundan sonra Londra Antlaşması ile savaş son bulmuş yüzbinlerce Türk Anadolu’ya iltica etmek zorunda bırakılmıştı. Sokaklarda, camilerde nerede boşluk varsa Rumeli Türkleri dolduruyordu. Hastalık, açlık ve sefalet her yerdeydi.
Savaş Bakanı olan Enver Paşa orduyu modernizasyon görevine sıkı sıkıya üstlenmişti. Donanma modernizasyonu İngiliz’e; Jandarma modernizasyonu Fransız’a, Ordu ise Alman ıslahat ekibine verilmişti. Bulgar’a mukavemet edemeyen Türk ordusu, aylar sonra Vatansever Türk subayları ile Edirne’ye ileri harekatı düzenlemişti. İngiliz Dış İşleri Bakanı Sir Edward’ın Kamaradaki konuşması ‘Türkler, Bulgarların uğradıkları felaketten istifade ederek Londra Antlaşması’nı yok saymaya ve Edirne’yi geri almaya kalkışırlarsa sonradan uğrayacakları ceza çok şiddetli olacaktır. Sadece Avrupa’daki topraklarını kaybetmekle kalmayacak belki de İstanbul’u da kaybedeceklerdir’ diyordu. Hiçbir tehdite kulak asmayan İttihatçılar Edirne’yi kurtarmış bununla yetinmeyip Batı Trakya Hükümeti’ni kurdurmuştu.
İttihat ve Terakki'ye gerek I. Dünya savaşı sırasında, gerekse savaştan uzun yıllar sonra (hatta bugün bile) savaşa girmemizin gereksiz olduğu, tarafsız kalmamız gerektiği veya savaşa girilecekse bile denizlerde kuvvetli ülkelerin yanında savaşa girilmesi gerektiği yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Kuşkusuz idealist oldukları kadar, acemi de olan İttihat ve Terakkinin önde gelenleri de bu gerçeği görmüşler ve bu konuda da çok çaba sarf etmişlerdir. Bu konuda, Cemal Paşa; “ilk ittifak teklifim Paris’te nasıl ve ne suretle redde düçar olduysa, İngiliz kanalıyla yaptığım ikinci ittifak teklifim de aynen o suretle reddedildi. İngiliz ve Fransız siyasetini takip etmemiş olduğumuzdan dolayı bizi hamakat ve daha doğrusu cinayetle itham edenlere sorarım, bizi istemeyen devletlerle ittifakımız ne suretle mümkün olabilirdi ki, bizde ittifak etmiş olalı., Deniliyor ki, bitaraflığımızı muhafaza daha evla olurdu. Boğazları seyrü sefaine serbest bulundurmak şartıyla değil mi? O halde, Rusya bu harbi umumiden öyle büyük bir zaferle çıkacak idi ki, hatta harbin nihayetini bile beklemeden İstanbul’un ve şarki Anadolu’nun işgaline imkan bulacaktı. Hem boğazları kapatalım, hem bîtaraflığımız muhafaza edelim denilecek olursa, buna ne ahden hakkımız vardı, ne de İngilizler ve Ruslar buna müsaade ederdi” (Sarıkamış Harekatı- Ziya Nur Aksun sayfa 170-171) diye yazmıştır.
Bugün birçok tarihçi tarafından dile getirilen bir başka gerçek ise, 1. Dünya Savaşının asıl amacının Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırılması ve hüküm sürdüğü toprakların paylaşılması üzerine başladığı şeklindedir ki, henüz daha savaşın ilk yılında müttefik ülkeler tarafından imzalanan anlaşmalar (10 Nisan 1915 Boğazlar Antlaşması, 26 Nisan 1915 Londra Antlaşması, 06 Mayıs 1916 Sykes–Picot ( Seyko Piko) Antlaşması, Mart 1916 Petrograd Protokolü; 19 Nisan 1917 Saint Jean de Maurienne (Sen jon dö Moren) Anlaşması), hem bunu hem de yukarıda Cemal Paşa’nın hatıratında belirttiği gerçeği doğrulamış bulunmaktadır.
Bu kısa bilgiler doğrultusunda; her şartta çıkacak olan savaşa İttihat ve Terakki'nin Osmanlı Devletini sokmaktan başka çaresi kalmamıştır. Osmanlı Devleti kimi cephede dünya tarihinde olmayan zaferler kazanmış, kimi cephede hazin ve dramatik mağlubiyetler alarak ve savaş sonunda tarih sahnesinden silinerek millet olarak verdiği Kurtuluş Savaşı ile de bambaşka bir sayfa açmıştır.
En son savaştan 8 ay sonra ‘’Umumi Harp’e’’ giren Osmanlı 1918 yılına kadar Türk’e yaraşır şekilde çarpışmıştı. Çanakkale olsun, Bakü Muharebesi olsun, Gazze Müdaafası olsun, Kut-ul Amara muharebesi olsun aslanlar gibi mücadele etmişti. 2. Balkan Harbi sonrasında Bulgar-Türk ittifakı imzalanmak istenmiş fakat Bulgarlar dahi Osmanlı’yı kendi ile eş görmemişti bu yüzden herhangi bir anlaşmaya varılamamıştı. Bulgarla masaya oturmaya aciz Osmanlı’nın Almanlar ile eşit haklar ile ittifaka girmesi herkes tarafından sevinçle karşılanmıştı. Herkes biliyordu ki Osmanlı'nin 2. Mahmut’tan itibaren yaşamasının tek nedeni paylaşılamamasıydı. Edirne konusunda Ruslar, Edirne’yi Türklerin almasından yanaydı. Ortodoks Bulgarlara karşı saf almasına Cemal Paşa anlam verememiş Bulgar Barış Komisyonu ile görüştüğünde anlamıştı. Bulgar General’in söylediği şu idi
‘Eğer Edirne biz de olursa Ruslar Bulgaristan’ı istila edecek genişlikte yer bulamayacaktı, İstanbul gibi dar alandan orduya saldırı manevrası yaptırılamazdı. Osmanlı’yı yenip İstanbul’u ve Edirne’yi alarak Bulgaristan’a saldıracak manevra bölgesine sahip olacaklar’
Aciziyet ortadaydı, Ruslar Bulgarları istila etmeyi Türk’ün toprağını istila etmekten daha zor görüyorlardı. Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ile beraber ilk işi ordudaki kurmay ihtiyarları emekli etmek onun yerine daha genç ve cesur idealist gençleri getirmek oldu. Alaylı Subaylar tasfiye edildi, hatta rivayetlere göre o dönem okuma yazma bilmeyen mareşal bile vardı! Orduyu Almanlara modernize ettirmek İttihat ve Terakki’nin seçimi değildi. Sultan Abdulhamit döneminden itibaren Ordu Almanlar tarafından modernize ve edilmiş terbiye edilmişti. Şimdi ordunun yetiştiği Alman geleneğini bozmak pek doğru olmazdı, aynı günümüzde Prusya modelinden uzaklaşmanın doğru olmayacağı gibi ama bu başka bir yazımızın konusu. Ordunun topundan tüfeğine hepsi Alman malıydı. Abdulhamit ile Kayzer arasınsaki dostluk öyle sıkıydı ki Abdulhamit’i Yunan’a esir olmaktan kurtaran kişi Alman İmparatoru olmuştu. Yani bu bir tarihsel sürecin zorunluluğuydu.
Savaşa girmediğimiz sürede sivil gemiler ile Fransız askerleri bir bir boğazdan Rusya’ya gidiyordu. Rusya’da devrim olmasaydı ve 1919 yılındaki işgallere Ruslar katılsaydı siz bağımsız bir Türkiye olacağına inanıyor musunuz?
1. Dünya Savaşı tüm dünyaya Türk’ün her türlü imkansızlığa rağmen savaşmaya muktedir olduğunu ispatlamıştı. Osmanlı tarihinin en büyük ordusu kurulmuştu. Gerek otomobiller, kamyonlar, tayyareler, toplar, erzak depoları ile Osmanlı’da azımsanamayacak bir güçtü.
Güney Cephesi’nde Gazze’deki mağlubiyetler sonrası atanan Allenby şöyle demişti ‘Her Türk’e 13 İngiliz düşmeden taaruz etmeyeceğiz’Güney Cephesi’nde 1915 yılında Çanakkale’ye sevk edilen birlikler nedeni ile sadece 1 tek Türk birlik kalmıştı o da Cemal Paşa’nın ricası ile kurulan Gönüllü Mevlevi Alayı idi. Buna rağmen isyan çıkmasını engellemek üstün bir siyasetti.
Sarıkamış bir faciaydı evet. Türk tarihi için karadır evet. Fakat bunu öyle basite indirgenmesi askeri bilgileri yoktu denmesi kadar saçma bir şey yoktur. Operasyona karşı çıkanlar olmuştu, çılgınlık diyenler de olmuştu. Bütün bu başarısızlıkların tabii ki bir nedeni var. Açıklayalım; Almanların hatası nedeni ile Türk nakliye gemileri batırılmış içindeki kış üniformaları otomobiller ve tayyareler batmıştı. Sonra karadan giden konvoylara da Ermeni teröristlerin baskını ile varmamıştı. Beklemeye zaman ise hiç yoktu. Çünkü 1915 baharında Rus taaruzu bekleniyordu. Rusların tren hatları ile taşıyacakları askerler işgal altındaki Kars, Ardahan üzerinden Anadolu içlerine gönderilmekteydi. Osmanlı da risk alarak işgal altındaki toprakları da kurtarıp Batum’a ilerleyip kışı geçirmeyi planlıyordu. Böylelikle daha ön hatlarda Rusların saldırı manevralarını kısacak Kafkas Dağları’nın eteklerinde Osmanlı beklemiş olacaktı. Beklemek ile gitmek arasında pek bir fark yoktu. Neyleyelim talihsiz Türk evladının bir kısmı donarak bir kısmı Rus ve Ermeni ile çarpışarak şehit düştü. Fakat roller değişti, 1918 yılında Osmanlı ordusu Tebriz’e Bakü’ye, Batum’a girdi.
Güney Cephesinde sratejik hatalar çok olmuştur fakat Osmanlı’nın düşük nüfusu fakat geniş coğrafyası nedeni ile birliklerin mevcutları azdı. Birlik azlığı nedeni ile süreki farklı cephelere asker sevketmek zorundaydı. Çanakkale için Suriye’deki birlikler gitmişti. Çanakkale bitince bu birlikler Galiçya’ya oradaki bitince ise Suriye’ye sevkedilmişti. Osmanlı’nın ulaşım araçları da kötüydü. İstanbul’dan yola çıkan Kemal Paşa ve emrindeki 16. Kolordu ancak 4 ay sonra İstanbul’dan Diyarbakır’a varabiliyordu.
Düşününüz ki 1 milyon askerin binlerce kilometre cephenin ikmalini çağdışı vasıtalar ağırlıklı halde yerine getiren bir devlet 7 düvel ile tam 4 sene çarpıştı. 1 milyon askerin 1 günde tüketeceği erzağı düşününüz bunu 4 sene nerede ise aksatmadan yapan bir devlet vardı. Yemen ve Medine dışında açlık çeken bundan şehit olan Osmanlı askeri nerede ise yoktu. Osmanlı’nın sanki 20 milyon erkek nüfusu, modern donanması, 30 bin kilometre demiryolu, yüzlerce silah fabrikası vardı da İttihatçılar o imkanlarla kaybetti!
Osmanlı’nın savaşmaktan başka çaresi yoktu. Vuruşarak şanına yaraşır şekilde yok olmak ile koyun gibi bekleyip yok olmak arasında ki farkı bazı beyinlerin artık idrak edebileceğini düşünüyoruz.
1. Dünya savaşının bize kattığı bir kaç şey var. Bunları saymak gerekirse; boğazlar sebebi ile Rusya yalnız kaldı ve devrim patlak verdi. Bu birinciydi. İkincisi Türklerin diğer milletlere benzemediği onları yok etmek kârdan çok zarar olacağına inanmıştılar. Üçüncüsü Ermeni mikrobu sökülüp atıldı. Dördüncüsü, çok iyi subaylar yetişti eğer ihtiyarlar emekli edilmeseydi genç subayların önü açılmaz ve Kurtuluş Savaşı’nı veren kadrolar oluşmazdı.
Çanakkale Boğaz Krizi, İngiltere hükümetini düşürmüştü. Bu kriz Kurtuluş Savaşı esnasında çıkmıştı. Kanadalı birliklere Lloyd George Türklere saldırı emri vermiş fakat Kanadalı birlikler kendi Meclisleri olduğunu söyleyince bu İngiltere’de infiale yol açmıştı. Diğer sömürge milletler Türklerin savaşından etkilendiği gibi 4 sene boyunca kahramanca savaşı karşısında yılmış ‘Türkler bağımsızlığını söke söke alır’ diye maceraya girmemişti.
Şimdi Çanakkale, Gazze, Kut-ul Amara, Bakü Muharebesi, Kanal Harekatı olmasaydı hasta ve geri kalmış diye yaftalanmış bir milletten Kanadalı ne diye korksun?
İşte İttihatçıların iktidara geldikten 1 sene sonra ne büyük etki yarattığının ispatıdır. 1 sene bile savaşsız geçirmeyen hükümet Türkler şanına yaraşır şekilde çarpıştı dedirtti. Bütün dünyaya Türk'ün kudretini göstertti. Bugün Fransızlara, İtalyanlara savaşmayı bilmiyor denilir ama Türk’e denmez. 4 sene mertçe Türk’e yaraşır şekilde savaşıldı yendik yenildik; öldük öldürdük. Bir İmparatorluğa yakışır şekilde en sefil halinde bile ihtişamı ile yok olduk.
Ordu ve devleti çok kısa bir sürede hiç yoktan var eden İttihat ve Terakki'ye yapılan boş eleştiriler ancak iti çakalı memnun eder. İttihat ve Terakki şüphesiz en doğrusunu yaparak vatanını müdafa etmiş, müdafa etmekle de kalmayıp genç cumhuriyetimizin kuruluşuna vesile olmuştur. Bu müdafa sırasında akılan kan, verilen can şüphesiz sadece vatanın müdafası içindir. Zamanında kendisine Edirne Fatihi denildiğinde utanarak bunun söylenmemesini isteyen Enver Paşa aleyhinde söylenen her söz şüphesiz verilen canlara hakaret niteliğindedir. Uzmanlık alanı tarih olmayan şahıslara tavsiyemiz tarih alanını tarihçilere bırakıp kendi alanlarında uğraşmalarıdır. Sarıkamış Harekatının 103. yıldönümünde başta Şehit Enver Paşa olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Bu gece sayfa tekrar yayından kaldırılıp 13 Nisan'a kadar olağanüstü bir durum olmadığı sürece açılmayacaktır. Sağlıcakla kalın!
fb.com/TurkJonler
Patrocinador
xTinuvielKon SamaComentários (5)
O M G !!! voted
Tarih yazmanın ilk kuralı , gerçekleri saklamaktır. Tüm dünyada böyledir. La fonte den masallar gibi yani. Tarihi gerçekler değil , o dönemde siyasi gücü elinde bulunduran yazar. Sonuç olarak konu tarih ise kaaleye alma. Salla gitsin. Neyin dogru yada gerçek olduğunu bilmek imkansızdır. o7
İnsan okuyacak bunu puntoyu yükselt okumadım özet varmı
Özet geçmişi günümüze göre yargılamayı bırakalım. Önümüze bakalım